29 Kasım 2011 Salı

Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün.

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
-Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum.

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün.

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum.

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun.



                                                                            İlhan BERK
Bu dünyadan İlhan Berk geçti 




Ve yüzünü alıp çıktım. Öğleye doğruydu
Çıkrıkçılar yokuşuna yağmur yağıyordu

Ellerin ellerimde sessiz yürüyorduk ve
Kapkara bir oğlan durma bize bakıyordu

Tuhaf uzun bir sokaktı ve ben susuyordum
Bir kız memelerini bırakıp gidiyordu

Âşıktım ve hep seni soyuyordum aklımda
Bir adam çarşıyı üstümüze kapıyordu

Kadınların kızların ardından gittim durdum
Öptüğüm yerlerin içimde durulmuyordu

Üç kez yokuşu indim çıktım boncuklar aldım
Kocaman kırmızı ağzın ki hiç bitmiyordu

Akşama doğru bir aşçı dükkânına girdim
Sana benzeyen incecik atlar geçiyordu

Sonra birdenbire büyük bir sessizlik oldu
Bu dünyadan İlhan Berk geçti dedim yürüdüm. 

28 Kasım 2011 Pazartesi

Cüceler


Geceler geçmiyor ki, ağır ağır kalkıyor
Hırçın! Sızıyor camlardan deli
Cücelerse şarkı söylüyorlar mutfakta
Dilleriyle çatallarını yırtarak
Kandan ve sinirden ürpertilmiş şarkılar

Yüzümü içime kırbaçlıyorum, korkunç yüzümü
Gülüyorum orada acıya
Gülmüyorum bile acıya
Çok kollu bir deniz hayvanı gibi
Çıldırtıyorum onu şehvetten
Cüceler şarkı söylüyorlar mutfakta.

İçelim ey cüceler, içelim
Vaktimiz var nasıl olsa
Doğacak yeni acılar için.

Edip Cansever

KARANFİL...


Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
Atlanın gidiyoruz.
Buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara
Eski zamanlarda olduğu gibi
Dersimiz tarih.Unutmayın kaldığımız yeri
yenilmedik daha

Masal alın koynunuza.Belki dönmeyiz uzun zaman
Masalllar hatırlatır size doğduğunuz yeri
ilişkiler iklimini
çocukluk taşınabilir bir şeydir
alınsa da elinden geçmişi.

Tütün ve tarih koyun torbanıza.Kekik ve dağ ateşleri
Şafağın bin yıllık anlamını, suların ve çağların sesini
ezberleyin, bilinmez otların adını hatırda tutar gibi,
Ten rengi aya bakın son defa
yani geride yaşanmış ve yaşanacak bütün yaz geceleri

kaçak aşıkları, uçurum bakışlı firarları, mağrur eşkiyaları
saklar gibi
kilitleyin yüreğinizin kalelerini
Anka ve Anahtar, ikinci bir emre kadar
Kaf Dağının ardına gitti

Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
Toplayın çadırlarınızı.Eski zamanlarda olduğu gibi
Çığ geliyor.Çağ çöküyor.
Gidiyoruz.
Dudaklarınıza ninni, ıslık ve destan alın
siyah sünnet çekin gözlerinize
Alıcı kuş telekleriyle
Ki ışısın yaprak yeşili gözlerinize kıstırdığınız
farz olan öfke
çapraz asın tüfeklerinizi
çağın dışına sürdüğü eski masallardaki
eşkiya resimleri gibi
yurdundan ve yüzyılından
kovulmuş çocukların tarihinde
gelenek kimi zaman başkaldırma biçimi...

Teni tarçın kokulu halkımın oğulları
Atlanın.Bizi bekliyor ay akşamları
daha yola çıkmadan eksiksiz anlatın çocuklarınıza
aklınızda kalanları
ağızlık, tesbih ve tabaka bırakın
yolları ayrı düşmüş arkadaşlara
belki görüşemezsiniz bir daha
yükse kuşlar dorukları sever
ölümse çıplak kaldığı dağları

Atlı bozkırların sararmış hülyalarını
eski sözcüklerin yüklü çağrışımlarını
yanınıza alın.
Sabahı karşılayın her günkü sabahı
gülümseyin yüzünüzün sığmadığı kuşlu aynalara
mayın diye gömün yüreklerinizi
ölülerinizi verdiğiniz toprağa
vedalaşın denkleri toplanmış geçmişinizle
unutmayın göçmen tarihlerden, yerleşik zulümlerden
geçilerek varıldı yüzyılın eşiğine
sonra gece nöbetçilerinin yüksek rakımlı yalnızlığını alın
yalnızlık kullanışlı bir şeydir, bazen iyi gelir
gerektiğinde yalnız olmayı bilmeyenlerin
inanmayın beraberliğine
sonra sabır.Mazlumların ve bilgelerin bize tarihsel
emanetidir,
her yerde yeni anlamlarıyla denenir.
Ve her çağın hurafeleri vardır
kurban alır, kurban verir
Geçer devran, takvimler el değiştirir.Gün gelir zulüm de göçer
Zaman örter her şeyin üstünü
Uzağı gören çocuklar bilir gelecek uzun sürer....

Atlı ay akşamları
Sönmüş yanardağlar.Gecenin ormanında
ilerleyen ölülerin rüzgarı
yanık fısıltılar...
gelecek günlerin düşünü kuran
kaç tarih çadır kurup sökmüş burada
yalnızlık kalmış yadigar
bir de gökyüzü
gökyüzünün mayınları yıldızlar
hem saklar, hem açıklar
çoban yıldızı, samanyolu, kervankıran
kapı komşumuzdu burada
gittiğiniz yerde de parlak mıdır bu kadar?

Şimdi menzili yurt tutanlar
ne yollar, ne yıllardan geçeceksiniz
çiçek atın yenilmiş asilere
güvenin her çağda ve her yerde
uzakları iyi bilen çocuklara
kenar adamlarına, ateş insanlarına
birliğiniz dağılmaz göç yollarında
ey gurbete çıkmış halklar

Atlı ay akşamları
kalın şayak bir gece, esiyor rüzgar
gidiyoruz geleceği olmayan bir yere
ardımız sıra esiyor ölülerin rüzgarı
daha şimdiden başka yerlere gömülenlere
gidiyoruz kalın şayak bir gece
geride ne çadırlar, ne tarih, ne saltanat
yalnızca rüzgarın sesi bizi uğurluyor.

Ay vurmuş alnına bütün ölülerin
yatıyorlar kimsesiz koyaklarda
ilk vuruldukları sıcaklıklarıyla
sanki dokunsalar birinin omuzuna
hep birden, her şeye yeniden başlayacaklar
ilerliyor gece, geçiyor ay
nesnelerin boşalan dünyasında
yer değiştiriyor aydınlık, tarih, mevsimler
kimsesiz koyaklarda ölüler ve ay

Kulağında karanfil
Teninde tarçın
Gözlerinde göç var
Döner bir gün Anka
Kilidinde döner anahtar

8 Kasım 2011 Salı

Eğitim, insanın içindeki vahşeti ıslah edemedi




...
Epey bir eğitim almışız, aldığımız eğitim bizi kağnıdan indirip uçağa bindirdi; uzaya çıkardı. Görüş mesafesi ile sınırlı olan haberleşme imkânını hiçbir zaman göremeyeceğimiz kadar uzaklara götürdü. İnden çıkıp jakuzili malikânelere girdik. Hastalanınca ruh yerine doktor çağırmayı öğrendik; yaş ortalamamızı 25’ten 75’e çıkardık. Beslenmenin kitabını yazdık! Otu, eti, sütü birbirine katıp binbir çeşit yiyecek türettik; daha iyi beslenir olduk. Fakat beynimiz bir türlü kıçımızla aynı oranda büyümedi. Hak, hukuk, adalet, eşitlik, saygı, sevgi, hoşgörü gibi insanı insan yapan değerleri bir adım ileri götüremedik. Aldığımız eğitim sayesinde her şeyi değiştirdik, bir tek kendimizi değiştiremedik; bir türlü içimizdeki vahşeti ıslah edemedik.

Görüyoruz ki okuma yazma oranının artması öldürme güdüsünü ortadan kaldırmamış, sadece öldürme biçimini değiştirmiş. Eğitim düzeyi yükseldikçe daha çok insanı öldürebilen daha yetenekli makineler icat etmişiz o kadar. Taş Devrinde taş, Maden Devrinde metal; oktan ateşli silahlara, oradan da gaz bombalarına geçilmesi Bilim Çağının Orta Çağdan daha medeni olduğunu gösterir mi?

Devletler, yurttaşlarının okuma yazma oranını yükseltmek için büyük çabalar harcamışlar. Beş bin yıllık çabanın sonunda tabeladaki işaretleri okumaktan tablet okumaya evrilmişiz. Fakat okuduğunu anlayan, anladığını kendinde uygulayan insanlar olmaları kimsenin umurunda olmamış. Din kitapları insanları birbirlerine ve doğaya karşı vicdanlı davranmaları gerektiğini söyleyen öğütlerle dolu; bu öğütlere uymayanları cezalandıracak Tanrı’dan söz edilir. Peki sonuç… Aynı öğütle büyüyen iki kişiden birinin diğerinin başını ezerken maymunla aynı tepkiyi vermesini nasıl açıklayacağız.

Fransa okuma yazma oranını en yüksek olduğu bölgeydi (Fransız İhtilali’ni hazırlayan önemli etkenlerden biri de o yıllarda sadece Paris’te günlük gazete satışının 300 bin olmasıydı.), hâlâ da öyle. Fakat buna rağmen Sarkozy gibi bir adamı cumhurbaşkanı yapabildi. İngiltere’ye karşı bağımsızlığını ilan ettiğinde (1776) Amerika’nın okuma yazma oranı (Wikipedia bilgisine göre) yüzde 90’dı; akademik eğitim alanların oranı iki yüz yıl öncesinin okuyup yazanların oranına eriştiğinde Bush’u başkan seçti. Daha bir sürü okumuş katil adı sayabiliriz. Kaddafi’yi başını ezerek öldürenlerin de Libya’nın eğitilmiş yeni elitleri olduğu söyleniyor.

 Demek ki amacı okuma yazma bilme, hesap yapabilme ile sınırlı bir eğitim anlayışı süresi ne olursa olsun o kadar da matah bişey değil. Bundan dolayı bu sayfada, mevcut eğitim sistemlerinin açmazlarına dikkat çekerken biryandan da yeni bir eğitim modeline işaret ediyoruz: İnsanı iş ve hesap makinesi olarak görmeden ona, yaşadığı sürece dünyanın sahibi değil, ortağı olduğunu hissettirecek bir model bu…
                                                                                    Ünal ÖZMEN - BİRGÜN                                           

HER SABAH GREGOR OLARAK UYANMAK


Kafka’nın ‘Değişim’ öyküsü için seçtiği canlının hamamböceği olmasına şaşırmıyorum. Çünkü değişimin yarattığı sarsıntıları, mutlak kopuşları ve en önemlisi yabancılaşmayı daha güzel bir sembol ile anlatmak hayli zordur. Bir sabah uyandığınızda akrep olsanız bir kere zehir sahibi olmanız nedeniyle sizden tiksinilmez, daha çok korkulur. Papağan olsanız yarın sabah, kimse sizden kaçmaz. Hatta insan olduğunuz zamanlara göre daha çok dost sahibi bile olabilirsiniz. Fare olsanız belki sizden tiksinilirdi ama küçümsenirdiniz de. Oysa hamamböcekleri küçümsenmez. Kafka’nın seçimi bu yüzden olağanüstü başarılı bir seçim oldu.

Aslında insanların büyük bir bölümü her çalışma günü hamamböceği olarak uyanıyor yatağından. Haydut kapitalistler sayesinde pislik bir viraneye döndürülen gezegenimizde başka türlüsünü beklemek saflık olurdu. Normal şartlar altında, mesela hakiki bir sosyalizm çağında günde 4 saat çalışmak çoğu insanı yatağından mutlu uyandırırdı. Oysa şimdi, en ağır şartlarda en az 12 saat evinizden uzak olacağınızı bildiğiniz için yatağınızdan yabancılaşmış bir şekilde kalkmak zorundasınız. Gittiğiniz yerlerde sizi delicesine seven insanlar yok genellikle. Emeğinizin karşılığını vermediği gibi, sizi beslediğini sanan ve malında mülkünde gözünüz olduğunu düşünerek uykuları kaçan bir patronunuzun olması ziyadesiyle kuvvetli bir ihtimal. Böyle bir dünya düzeninde yarın sabah yatağınızda kendinizi bir insan olarak bulacağınız için bayramınız kutlu olsun. Ama her zaman olduğu gibi bir kere daha umutsuzluğa yer yok. Her sabah mutlu bir Gregor Samsa olarak uyanmak mümkün bu gezegende. Eğer hamamböcekleri nükleer silah kullanmazlarsa daha en az birkaç milyar yılımız var bu gezegende.

En çok tiksinti duyduğum bir hayvan yok artık benim için. Çünkü natüralistim elhamdülillah. Ancak, “en çok tiksinti duyduğunuz insan nedir” sorusuna benim iki basit cevabım var. Faşistler ve kapitalistler. Nedenim, hamamböcekleriyle aynı. Ne işiniz var evimizde? Aynı ortak atadan mı geldik nedir? Eğer öyleyse bizim bu ortak ata evine bir hayli bağlı bir ata olmalı.


'' NE İŞİNİZ VAR EVİMİZDE?'' GÜRKAN HAYDAR KILIÇARSLAN - BİRGÜN PAZAR